Toplantıda okul müdürlerine hitap eden Millî Eğitim Bakanı Mahmut Özer, İzmir'de bulunmaktan büyük mutluluk duyduğunu belirterek Bakan olduktan sonra ilk resmî ziyaretini de İzmir'e yaptığını anımsattı.
Her alanda güçlü İzmir olabilmesi için İzmir'in öncelikle eğitimde güçlü olması gerektiğini ifade eden Özer, şunları söyledi: "Onun için İzmir'in eğitimle ilgili tüm ihtiyaçlarını karşılamak üzere Millî Eğitim Bakanlığı olarak siz değerli öğretmenlerimizin, okul yöneticilerimizin hizmetindeyiz. 6 Eylül'de başlayan ve 17 Haziran'da nihayetlenen 2021-2022 eğitim öğretim yılını büyük bir kararlılıkla ve kesintiye uğratmadan yüz yüze eğitimle tamamlamanın büyük mutluluğu içindeyiz. Gerçekten bir buçuk yıl yüz yüze eğitime ara verildikten sonra hem öğretmenlerimizin hem okul yöneticilerimizin hem gençlerimizin ve çocuklarımızın davranış biçimleri değişti. Kararlı bir şekilde sağlık kurallarına riayet ederek bu süreci yönetebilmek, öyle kolay bir şey değil. 6 Ağustos'taki devir teslim töreninde özellikle yüz yüze eğitime devam edebilmek için 'Vakaların 0 olmasını beklemeyeceğiz.' sözünden sonra okulların ilk açıldığı zaman da gördük ki kamuoyu aslında inanmamış. Okulların açıldıktan sonra tekrar kapanacağını, tekrar açılıp tekrar kapanacağını varsayarak tüm süreçleri organize etmiş. İstanbul'da bunu gördük mesela... İstanbul'da öğrenci servisleri hizmete girmemişti ama Bakanlık olarak siz değerli çalışma arkadaşlarımızla kararlı bir şekilde süreci yönetince tüm toplum şunu gördü: Kovid-19 salgını gibi olağanüstü koşullarda gerekli önlemler alındığı zaman en güvenli ortamlar, okullardır. Ben siz değerli çalışma arkadaşlarıma bu süreçte göstermiş olduğunuz fedakârlıklar, üstün gayret, çabalar, destekler ve katkıları için en içten şükranlarımı sunuyorum."
Bu süreçte öğretmenlerin çok olumsuz algılarla yüz yüze kalmak zorunda kaldığını söyleyen Özer, "Sanki öğretmenlerimiz okullara gitmek istemiyorlar, yüz yüze eğitime devam etmek istemiyorlar ve oturdukları yerden ders ücreti almak istiyorlar gibi bir olumsuz algılara maruz kaldılar. Hak etmedikleri bir ağırlığın içine sokuldular. Oysa o uzaktan eğitimin devam ettiği süreç içinde de öğretmenlerimiz ilk defa karşılaştıkları bu durumda dijital platformları kullanarak dijital içerik üretme, o sanal ortamlarda öğrencilerin yanında olma; tüm valiliklerimizin, kaymakamlarımızın koordinasyonunda vefa çalışma gruplarında, filyasyon ekiplerinde fedakârca çalışarak topluma örnek olmayı gösterdiler. Yine şunu gösterdiniz: eğer Bakanlık olarak kararlı bir şekilde süreç yönetilirse Bakanlığın her türlü kararının arkasında beraber yol yürüyebilen güçlü bir ekipsiniz." diye konuştu.
Bakanlık olarak bu gayretlerinden dolayı hem öğretmen hem de idari personeli ödüllendirmek istediğini anımsatan Bakan Özer, konuşmasına şöyle devam etti: "Tarihî bir not düşmek bağlamında söz verdiğim gibi Bakan olarak tüm öğretmenlerimize ve idari personelimize başarı belgesi gönderdik ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa Millî Eğitim Bakanı tarafından tüm öğretmenlere ve idari personellere yılda iki defa başarı belgesinin verildiği bir döneme şahitlik ettik. İnşallah, diyorum ki sizlerle birlikte el ele verdiğimizde çözemeyeceğimiz hiçbir problem yok. Beraber yol yürüdüğümüz zaman bu ülkenin çocuklarının nitelikli bir eğitim alması için her türlü süreci başarıyla birlikte yönetebilme kapasitesine, gücüne sahibiz."
Son 20 yıl, eğitimde devasa dönüşümlerin yaşandığı bir döneme tekabül ediyor
Son yirmi yılda eğitimde devasa dönüşümlerin yaşandığı bir döneme tekabül edildiğini kaydeden Özer, "Bunu her konuşmamda özellikle dile getiriyorum. Gerçekten son yirmi yılda eğitimdeki dönüşüm yeterince algılanmıyor. Okul öncesinden ortaöğretime, ortaöğretimden yükseköğretime eğitimin tüm kademelerinde okullaşma oranlarını artırmak için son 20 yılda devasa yatırımlar yapıldı. 2000'li yıllarda Türkiye'deki eğitim sisteminde yaklaşık 300 bin derslik vardı, bugün 855 bin derslik olan bir eğitim sistemine sahibiz. Yani yaklaşık 1 milyon dersliği olan bir eğitim sisteminden bahsediyoruz. Bu yatırımlar gerçekten okul öncesinde yükseköğretime, tüm eğitim kademelerinde okullaşma oranlarında ciddi bir sıçramaya vesile oldu. 2000'li yıllarda 5 yaştaki okullaşma oranları okul öncesinde yüzde 11 idi, bugün yüzde 93 oldu. Yani 2000'li yıllarda beş yaşındaki 100 çocuğumuzun sadece 11'i okul öncesi eğitime erişirken bugün 93'ü okul öncesi eğitimi yaşıyor. Ortaöğretimdeki okullaşma, yüzde 44'ten yüzde 90'lara ulaştı. Yükseköğretimdeki okullaşma oranları yüzde 14'lerden yüzde 48,5'lere ulaştı. Eğitimin tüm kademelerinde okullaşma oranları OECD ülkelerinin okullaşma oranlarına ulaştı." dedi.
Bu sürecin iki kazananı olduğunu ifade eden Özer, bunlardan birinin sosyoekonomik yönden dezavantajı olan kesim; ikincisinin ise kız çocukları olduğunu kaydetti. Özer, konuşmasına şöyle devam etti: "Son yirmi yıl, bu ülkenin vatandaşlarının çocuklarının eğitimde en fazla tanıştığı bir döneme tanıklık ediyor. PİSA ve TIMSS gibi uluslararası öğrenci başarı araştırmalarına bakın. Türkiye, her girdiği döngüde başarısını yükselterek yoluna devam ediyor. Buradaki kritik parametre, öğretmen başına düşen öğrenci, derslik başına düşen öğrenci ve öğretmenin niteliğidir. 2000'li yıllarda eğitim sistemimizde 500 bine yakın öğretmen varken bugün 1,2 milyon öğretmenin olduğu bir eğitim sistemine sahibiz. Yani 750 bin öğretmen son 20 yılda eğitim sistemine dâhil olmuş. Türkiye 20 yılda şunu başarmıştır: Bir taraftan eğitim sistemine dâhil ettiği öğrenci sayısını artırırken aynı zamanda öğretmen başa düşen öğrenci sayısını da düşürüp OECD seviyesine geçebilmiş nadir ülkelerden biridir Türkiye. İşte bu vesileyle bu süreçlerde bize her zaman destek olan, her zaman en fazla bütçeyi eğitime veren Sayın Cumhurbaşkanımıza, İzmir'den en içten şükranlarımı sunmak istiyorum."
Bakanlık olarak bu yeni dönemde üç konuya en fazla ağırlık verdiklerini belirten Özer, "Biri, okul öncesi eğitim. Eğitimin tüm kademelerinde önemli mesafe almışken okul öncesi eğitimde istediğimiz noktada değiliz. 6 Ağustos 2021 tarihi itibarıyla 3 yaştaki okullaşma oranları yüzde 14; 4 yaştaki okullaşma oranları yüzde 35; 5 yaştaki okullaşma oranları da yüzde 78 seviyesindeydi. Biz istedik ki 2022 yılı içinde okul öncesi eğitimde 3 yaştaki yüzde 14'ü yüzde 50'ye, 4 yaştaki yüzde 35'i yüzde 70'e ve 5 yaştaki yüzde 78 olan okullaşma oranlarını da yüzde 100'e eriştirelim. Bu amaçla Sayın Cumhurbaşkanımızın açıkladığı gibi 3 bin yeni anaokulunu yapmak için yola çıktık ve 40 bin yeni ana sınıfını yapmak için 10 ay gibi kısa sürede 758 bağımsız anaokulu ve 9 bin yeni ana sınıfını hizmete aldık. 10 ay gibi kısa sürede yüzde 78 olan 5 yaştaki okullaşma oranını yüzde 93'e çıkardık." değerlendirmesinde bulundu.
Okullar arası başarı farkının eğitim sisteminin önemli bir problemi olduğuna dikkati çeken Özer, okullar arası başarı farkının neşet ettiği en kritik noktanın da okul öncesi eğitim olduğuna işaret ederek çalışmaları bu alanda yoğunlaştırdıklarını kaydetti.
Kritik konulardan birinin de mesleki eğitim olduğunu belirten Özer, "28 Şubat sürecindeki katsayı uygulaması, bu ülkeye ödetilmiş en büyük maliyetlerden biri. Bu uygulama, meslek liselerinin yükseköğretime erişimini kısıtlayarak aslında akademik olarak başarılı öğrencilerin mesleki eğitimden uzaklaşmasına yol açtı. Katsayı uygulamasının bu ülkeye ödetmiş olduğu üç kritik maliyeti var: Biri, akademik olarak başarılı öğrenciler mesleki eğitimden uzaklaştığı için mesleki eğitime gittikçe hiçbir yere yerleşemeyen öğrencilerin yönelmesi sonucu istenilen nitelikte insan kaynağının yetişmemesi ve iş gücü piyasasının yıllardan beri bahsetmiş olduğu 'Aradığım elemanı bulamıyorum.' retoriğinin bu ülkede kök salması. İkincisi, okullar arası başarı farkı. Eğer siz bir eğitim sisteminde başarılı öğrencileri bir lise türünde kümeleyip başarısız öğrencileri de homojen olarak bir lise türünde kümelerseniz o zaman okullar arası başarı farkını çok daha kronik hâle getirmiş olursunuz. Üçüncüsü, öngörülmeyen bir problem: Akademik olarak böylece başarısız öğrenciler bir lise türünde kümelenince devamsızlık, disiplin olayları gibi, madde bağımlılığı gibi kronik problemler belli okul türlerinde çok daha görünür olmaya başladı. Yani çok basit bir eğitim politikasının hiç öngörülmeyen ciddi travmaların yaşanmasına yol açtığını son on yılda görmüş olduk." ifadelerini kullandı.
1999 yılında yürürlüğe giren bu uygulamanın ancak 2012 yılında kaldırılabildiğini anımsatan Özer, gelinen noktada meslek liselerinin artık akademik olarak başarılı öğrencilerce tercih edildiğin; üretim yapan, ARGE çalışmaları yapan, yurt dışına ihracat yapan lise türlerine dönüştüğünü söyledi.
Meslek liselerinde yeni bir başarı hikâyesi yazılmaya başlandığını belirten Özer, "Kovid-19 sürecinde o meslek liselerinin fedakâr öğretmen ve öğrencileri; maskeden dezenfektana, yüz koruyucu siperlikten tek kullanımlık önlüğe ve maske makinesine toplumun ihtiyaç duymuş olduğu tüm ürünleri çok rahat bir şekilde üretebildiler ve ihtiyaç duyulan tüm noktalara bu ürünleri eriştirdiler. Aslında Kovid süreci bize şunu gösterdi: Bir ülkenin en önemli sermayesi, beşeri sermayesi olmasına rağmen eğer siz bu beşeri sermayeyi üretimle eşleştiremezseniz diğer ülkelerle rekabet edebilmeniz mümkün değil. İşte bunun için biz meslek liselerinde eğitim-üretim-istihdam çevrimini güçlendirerek yolumuza devam ediyoruz." diye konuştu.
Mesleki eğitimde yapmış oldukların en kritik hamlelerden birinin de 25 Aralık 2021 tarihinde 3308 Sayılı Mesleki Eğitim Kanunu'nda yapılan değişiklikler olduğunu anımsatan Özer şöyle devam etti: "Bu düzenlemeden önce tüm illerde mesleki eğitim merkezlerimizdeki çırak ve kalfa sayısı; 160 bindi; bugün 560 bine ulaşıldı. Yani on ayda 400 bin yeni çırak ve kalfa, mesleki eğitim merkezlerine dâhil oldu. 2022 yılının sonunda, inşallah, bu rakamı 1 milyona çıkaracağız. Böylece küçük ve orta ölçekli işletmelerin ihtiyaç duyduğu insan kaynağını çok rahat bir şekilde eriştirebilir kılacağız. Ayrıca bu ülkenin en kritik problemi olan genç işsizlik oranını düşürmek için çok önemli bir mekanizmayı devreye almış bulunacağız." Özer, mesleki eğitim merkezlerinde kayıt yaptıran bir gencin aylık 1.700 TL'ye yakın ücret aldığını da sözlerine ekledi.
Bakanlık olarak ağırlık verdikleri konulardan bir diğerinin de öğretmenlerin her türlü kişisel gelişimlerine destek vermek olduğunu belirten Özer, "Bunun için en önemli adımı Öğretmenlik Meslek Kanunu'yla yaptık. Artık 60 yıllık özlem olan öğretmenlere mahsus bir kanun oluşmasıyla ilgili düzenlemeyi 14 Şubat 2022 tarihinde yayımlayarak ilk defa öğretmenliği bir kariyer sistemine dönüştürmüş olduk. Uzman öğretmenlik, başöğretmenlik mekanizmalarını devreye sokarak öğretmenlerimizin sadece 'öğretenler' değil, aynı zamanda 'hayat boyu öğrenenler' olduğunu realize eden bir yasal düzenlemeyi uygulamaya soktuk. Bu uygulamanın ne kadar karşılık bulduğunu da başvurularda gördük. Yaklaşık 603 bin öğretmenimiz uzman ve başöğretmenliğe başvurdu. Bunlardan yaklaşık 70 bini başöğretmenlik için başvurdu. Geriye kalan öğretmenlerimiz ise uzman öğretmenlik için başvurdular. 18 Temmuz tarihi itibarıyla da Öğretmen Bilişim Ağı üzerinden eğitimler başladı. Uzman öğretmenler için 180 saatlik, başöğretmenlik için 240 saatlik eğitimler, devreye girmiş oldu. İnanıyorum ki bu sürecin sonunda çok sayıda öğretmenimiz, uzman öğretmen; çok sayıda öğretmenimiz de başöğretmen olarak eğitim sistemimizin kalitesini arttırmada çok önemli fonksiyonlar inşa edecekler." değerlendirmesinde bulundu.
Öğretmenlerin mesleki gelişimlerine çok boyutlu destek verdiklerini kaydeden Özer, konuşmasına şöyle devam etti: "Daha önce Bakanlığın yapmış olduğu mesleki gelişim eğitimleriyle ilgili çalışmaların hepsini Bakan Yardımcımız Petek Hoca'm değerlendirdi: Öğretmenlerimizin yanında nasıl yer alabiliriz? Onların kişisel gelişimlerini, liderlik özelliklerini nasıl destekleyebiliriz? Bu değerlendirmeden sonra ortaya üç farklı yöntemi kurguladık: Birincisi; artık dedik ki 'Mesleki çalışmayla ilgili merkezî planlama yapmayalım, okul temelli mesleki gelişim programı yapalım. Yani Bakanlık olarak merkezî planlama yapmadan okullarımız, öğretmenlerinin ihtiyacı olan her türlü eğitimi planlasınlar. Bakanlık olarak biz destek verelim.' İkincisi, Türkiye'de eğitim sisteminde güzel örnekler var: Öğretmenlerimizin, okul yöneticilerimizin bu örnekleri görmeleri için öğretmen ve okul yöneticisi hareketlilik programını başlattık. Üçüncüsü de mesleki gelişim toplulukları... Bu attığımız adımların sahada ne kadar önemli yansımalar bulduğunu çok kısa sürede gördük. 2020 yılında Millî Eğitim Bakanlığının düzenlemiş olduğu eğitimlere katılan öğretmen sayısı 1,2 milyondu. Öğretmen başına düşen eğitim 44 saat idi. 2022 yılı Ağustos ayından sonra aldığımız önlemlerle eğitime katılan öğretmen sayısı 2,9 milyona çıktı. Yani öğretmen başına düşen eğitim saati artarak 94 saate çıktı. Biz 2022 yılında, inşallah, her öğretmenimizin en az 120 saatlik bir eğitimden geçebilmesi için her türlü desteği vereceğiz. Bunun için bütçemizi de 35 kat arttırdık. 2021 yılında tüm öğretmenlerin mesleki girişimleriyle ilgili 8,9 milyonluk bir bütçe kullanılmışken 2022 yılında bu bütçeyi 292 milyona çıkardık."
Tüm illerde 2022-2023 eğitim öğretim yılı hazırlıklarına erken başladıklarını kaydeden Özer, "İstediğimiz şey, okullarımızın tüm ihtiyaçlarını Bakanlık olarak karşıladığımızı sizlere göstermek. 2022-2023 eğitim öğretim yılında tüm eksikliklerimizi bilerek çok güçlü bir şekilde bir başlangıç yapalım dedik. Temizlikten kırtasiyeye, küçük onarımlardan donatım ihtiyacına kadar hangi okulun ne ihtiyacı varsa onunla ilgili çalışma yapıldı ve bugün İzmir'imizdeki tüm okullarımıza 200 milyonu kırtasiye, 150 milyonu temizlik, 80 milyonu küçük onarım ve 170 milyonu donatım olmak üzere 600 milyon liralık yatırımı göndermiş bulunuyoruz. 400 milyonu da koyduğumuz zaman 1 milyarlık bir eğitim öğretime hazırlık bütçesini İzmir'imizin tüm okullarımıza aktarmış bulunuyoruz." ifadelerini kullandı.
"Bağışla kayıt arasında hiçbir zorunluluk ilişkisi yok"
Bakanlık olarak okulların tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek durumda olduklarına vurgu yapan Özer, "Velilerimizin özellikle kayıtlarda bağış gibi sizleri de rahatsız eden süreçlerle karşılaşmasını istemiyoruz. Velilerimiz eğer isterse okullara, okul aile birliklerine bağış yapabilirler ama bağışla okul kayıtları arasında hiçbir pozitif korelasyon yok. Zorunluluk ilişkisi yok çünkü bizim Bakanlık olarak tüm okullarımızın ihtiyacını karşılayabilecek gücümüz de var, bütçemiz de var. Sadece bununla yetinmeyeceğiz. Aynı zamanda, inşallah, temizlik ve güvenlikle ilgili okullarımızın ihtiyacını karşılamakla ilgili de yakında tüm okullarımıza, tüm illerimize sürprizimizi açıklayacağız. Yani Bakanlık olarak istediğimiz şey, sizlerle birlikte sürekli istişare hâlinde yol yürüyerek sizlerin her türlü talebini karşılayabilecek her türlü gücümüz var. İnşallah, bundan sonra okul temelli bir şekilde süreçlerimizi yöneteceğiz." dedi.
Okul idarecilerinin her türlü talebini karşılayabilecek güçleri olduğunu belirten Özer, şöyle konuştu: "Okul iklimini güçlendirerek okul yöneticilerimizin, öğretmenlerimizin çok daha sağlıklı ortamda akran zorbalığının olmadığı, şiddetinin olmadığı bir okul ikliminde çalışacakları bir ortamı güçlendirmek aynı zamanda öğrencilerimizi de çok sağlıklı ortamlarda eğitim almasını sağlayabilmek... Şu algıyı tüm Türkiye'de kırmak istiyoruz. 'Bakanlık okulların ihtiyacını karşılardı, bakanlık, okulları, okul aile birliklerine mahkûm ediyor. İşte öğretmenleri velilerin bağışlarına mahkum ediyor.' Hayır. İstanbul'da da Ankara'da da İzmir'de Kars'ta da ,neresi olursa olsun, Türkiye'nin tüm noktalarındaki tüm okullarımızın ihtiyacını biz karşılayacağız. Sizlerle el ele vererek tüm valilerimiz, kaymakamlarımızla el ele vererek çok daha güçlü okul iklimleri tesis edeceğiz. Artık Türkiye'de eğitimle ilgili başka hikâyeleri konuşacağız. Velilerden iki top A4 kâğıdının talep edildiği bir okul değil; yurt dışında başarı, uluslararası projelere katılım için iş birliği yapılan bir mekanizmanın olduğu bir eğitim sisteminden bahsedilen bir Türkiye'yi inşa edeceğiz inşallah. Bunu yapabilecek kapasitemiz de var, irademiz de var, gücümüz de var."